NECÎB MAHFÛZ‟UN EL-HARÂFÎġ ADLI ROMANINDA SALGIN OLGUSU

Prof. Dr.Abdullah Kızılcık 2024-02-06

NECÎB MAHFÛZ‟UN EL-HARÂFÎġ ADLI ROMANINDA SALGIN OLGUSU

Özet: Salgın olgusu asırlardır insanlığın karĢı karĢıya kaldığı bir durumdur. Tarihin değiĢik dönemlerinde meydana gelen salgınlardan ötürü binlerce insan yaĢamını yitirmiĢtir. Tabii ki toplumsal hayatın içerisinde vuku bulan bu durum edebiyat dünyasında da kendisine yer edinmiĢtir. Dünya edebiyatına bakıldığında salgın denildiğinde akla gelen ilk eserler arasında Cezayir‟de dünyaya gelen ve burada eğitim gören Fransız filozof Albert Camus‟un 1947 yılında kaleme aldığı La Peste (Veba) adlı romanı yer alır. Yazarlar toplumsal hayatı etkileyen salgını eserlerinde doğrudan iĢlemek yerine vermek istedikleri mesajın arka planına yerleĢtirerek bu olgu üzerinden istedikleri temayı iĢlediklerini görebiliriz. Nitekim Camus‟da salgın üzerinden Nazilerin Fransa‟yı iĢgaline temas etmiĢtir. Nobel Ödülü sahibi Jose Saramago, Alman edebiyatçı Thomas Mann ve Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez‟in de salgın olgusunu iĢleyen kıymetli eserler kaleme aldıkları bilinir. Salgın sadece dünya edebiyatında değil aynı zamanda Arap edebiyatında da kendisine yer bulmuĢtur. Camus‟un Vebâ adlı romanı 1981 yılında Arapçaya çevrildiği gibi ilgili konu Nâzik el-Melâ‟ike, Fedvâ Tûkân, Ahmed ġevkî, „Alî el-Cârim, „Alî Ahmed Bakesir, Ahmed Matar, Es„ad Rüstem ve Necîb Mahfûz gibi önemli isimlerin eserlerinde de dile getirilmiĢtir. Bu çalıĢmada öncelikle tarihi bağlamda vebâ olgusuna dair bilgi verildikten sonra bu olgunun öncelikle dünya edebiyatındaki yerini ardından Arap edebiyatındaki önemli örneklerini ve son olarak da asıl konumuzu oluĢturan Mısırlı Nobel ödüllü yazar Necîb Mahfûz‟un el-HarâfîĢ adlı romanında salgın olgusunu ve müellifin okuyucuya vermek istediği mesajı anlatmaya çalıĢacağız


GiriĢ Lugatte “yaralamak, ayıplamak ve kusurlu görmek” anlamlarında olan ve ta„n kökünden türeyen tâ„ûn kelimesi bazı dilcilere göre bulaĢıp yayılan her hastalığın adıdır. Tâunu vebanın bir türü olarak gören Ġbn Kayyim el-Cevziyye‟ye göre her tâun vebadır, ancak her veba tâun değildir. 1894 senesinde Fransız bilim adamı Alexandre Yersin tarafından bulunarak “yersinia pestis” adı verilen basilin yol açtığı hastalığın hıyarcıklı, septisemik ve akciğer vebası diye çeĢitli türleri de mevcuttur2 . Tarihe bakıldığında dünya, nice amansız hastalık ile mücadele etmiĢtir. Bunların çoğunluğu insanlığın çabası sayesinde yenilgiye uğratılmıĢtır. Ġnsanoğlu öteden beri “MahĢer‟in Dördüncü Atlısı” olarak adlandırılan kolera, çiçek, frengi ve veba gibi hastalıklara maruz kalmıĢtır. Ancak ne olursa olsun hiçbir hastalık vebanın yol açtığı gibi ölümlere, çılgınlıklara ve dramlara sahne olmamıĢtır. Nitekim Ortaçağ‟da savaĢ, engizisyon ve veba üçlüsünün oluĢturduğu acı, korku ve yıkım açık bir Ģekilde görülür. Dünya tarihinde ilk veba salgını 542 senesinde Akdeniz kıyılarında ortaya çıkar. Salgın kısa süre içerisinde Mısır‟a, Afrika‟nın Kuzey Kıyılarına, Ortadoğu‟ya, Avrupa‟ya ve Ġstanbul‟a yayılıp bu Ģehirdeki nüfusun yarısının ölümüne sebep olur. Bu salgının daha büyüğü 1346-1353 yılları arasında gerçekleĢir. 1330‟larda değiĢen dünya iklimi bozkırlardaki kemirgenleri yok etmiĢti. Sıcak ve kuru rüzgârlar bakterili pireleri Moğollar‟a taĢır. Moğollar üzerinden Ġpek Yolu boyunca yayılan pireler yüzünden Çin, Hindistan ve Asya‟nın muhtelif yerlerinde salgın baĢlar. Anadolu‟dan geçerek Akdeniz kıyılarına yayılan veba Fransa, Ġngiltere, Almanya ve Polonya‟ya kadar ulaĢır. 25 kiĢinin hayatını kaybettiği bu vebadan sonra artık Avrupa‟nın kültürel ve iktisadi yapısı değiĢikliği uğrar. Artık veba demek “Kara Ölüm” demekti. Veba ortaya çıkınca zenginler kırlardaki evlerine çekilirken fakirler ise mikroplarla iç içe kalmıĢlardı ki bu durum fakirleri daha fazlaetkilemekteydi. Bu yüzden vebaya “dilencilerin hastalığı, fakirlerin vebası gibi” adlandırmalarda yapılmıĢtı. Vebanın uğradığı Ģehirler adeta ölü birer Ģehir haline gelmiĢlerdi. Hiçbir iĢ ve ibadet yapılamaz olmuĢtu. Ġnsanlar sokak köĢelerinde ayin yapan rahipleri pençelerinin ardında saklanarak izlemekteydiler. Veba özellikle de bebekleri ve kadınları daha fazla etkilemekteydi. Sokaklar çürümüĢ ve hayvanlar tarafından parçalanmıĢ cesetlerle dolup taĢardı. Eğer Ģehirler denize yakınsa cesetler kayıklara doldurulup denize salınırdı ve imkân varsa da kayıklar yakılırdı. Bütün bunlar yaĢanırken gökyüzü akbaba sürüleriyle dolar ve aç kurtlar Ģehirlere saldırırlardı. Büyük çukurlar kazılarak cesetler defnedilirdi. 15 bin cesedin gömüldüğü çukurlar bile oldu. Vebanın olumlu etkilerine değinilecek olunursa, veba öncesinde iĢsizlik yaygın iken nüfusun ciddi bir kısmı hayatını kaybettiği için durum tersine döndü. ÇalıĢan nüfusun üçte biri yaĢamını yitirdiği için iĢçiler kölelikten kurtuldular ve günlük olarak çalıĢıp daha iyi imkânlarda çalıĢmaya baĢladılar. Genel olarak iĢçi ücretleri artarken bazı yerlerde iĢçi ücretleri öyle bir arttı ki insanlar hayatlarını idame ettirmek için sadece iki gün çalıĢmaları yeterliydi. Artık iĢçilerin bütün istekleri yerine getirilmeye baĢlanmıĢ ve iĢciler çalıĢma saatlerini kendileri belirler olmuĢlardır. Tarım ürünlerine olan talep azlığından tarım ürünlerinin fiyatları azaldı ve hayvan fiyatları ucuzladı. Köylü nüfusunun artmasıyla birlikte otlaklar tarla arazileri olmaktan kurtuldu ve hayvancılık arttı. XIV. yüzyılda ağaç kıtlığı yüzünden ağaç kesmenin cezası ölümdü. Avrupa bir nevi çöl olmak üzereydi. Veba nedeniyle ormanlar eski güzelliklerine kavuĢtu. Nitelikli insan azlığından dolayı mimari sadeleĢti. SıradanlaĢan ölüm sanatı da etkiledi ve sanatçılar çalıĢmalarında ölüm temasını konu edindiler. Doktorların, Kilisenin ve Latincenin itibarı azaldı. Hayatın her dakikasının değeri anlaĢıldı ve kediler ölmekten kurtuldu. Bitlerin taĢıdığı tifüs, XV. Yüzyılda bütün Avrupa‟da on binlerce insanın yaĢamını yitirmesine neden oldu. Nüfusun azalıĢı ve pazarların küçülmesi nedeniyle tüccarlar kıta dıĢında yeni pazarlar arayıĢında oldular. Vebanın sebebi XIX. Yüzyılda anlaĢılıncaya değin insanlar çeĢitli yerlerde bu olayın baĢlatan Ģeyin ne olduğunu aramakla meĢgul oldular. Roma imparatoru Justinyen 538 yılında kıtlık, veba ve deprem gibi olaylardan eĢcinselliği sorumlu tutmuĢtu. Vebanın sebebi o dönemlerde bilinmiyordu. Avrupalılar bu durumun genelde Tanrı tarafından gerçekleĢtirildiğine inanırlardı. XX. yüzyıla gelindiğinde ise veba yavaĢ yavaĢ tarih sahnesinden silinir oldu. Artık Avrupa‟da daha az görülürken vebanın yeni merkezi Hindistan olmuĢtu. 1950‟li yıllarda ise Madagaskar‟da veba görülmüĢtü3 . Günümüz insanının mücadele içerisinde olduğu Korona virüs aslında, önceki salgınlara dair edebiyatçılar tarafından ölümsüzleĢtirilen anıları tekrardan akla getirdi ve Ģiir sanatı ile veba, Ģairlerin hayal gücüne ilham vermek adına birden fazla tarihi noktada kesiĢtiğini söylemek yerinde olacaktır. Edebiyat bağlamında salgın denildiğinde Albert Camus‟nun yazdığı Veba, II. Dünya SavaĢı‟ndan önce Avrupa‟daki faĢizmi eleĢtirmek için kaleme alınır ve faĢizmi Orta Çağ‟da adlandırılan ciddi bir veba salgını veya “kara ölüm” ile sembolize eder. Kitap aslında Fransa‟nın Naziler tarafından iĢgalini konu alan metaforik bir hikaye özelliği taĢımaktaydı4 . Alman edebiyatçı Thomas Mann‟nın kaleme aldığı ve Behçet Necatigil tarafından Venedik‟te Ölüm olarak Türkçeye kazandırılan uzun öyküsü, aĢk ve ölüm temaları üzerine kurulmuĢ ve derin aĢkı, sanatçının çıkmazını ve hüzünlü bir ölümü anlatır. 5 1998 Nobel Ödülü sahibi Jose Saramago‟nun 1995 yılında Portekizce olarak kaleme aldığı Ensaio sobre a cegueira (Körlük) adlı romanın konusu körlüğün salgın hastalık gibi yayıldığı bir toplumda korku ve paniğin hakim olması neticesinde ahlaki değerlerin çökmesidir6 . Kolera Günlerinde AĢk (Ġspanyolca: El amor en los tiempos del cólera), Nobel ödüllü yazar Gabriel García Márquez‟in bir romanıdır. Roman ilk olarak 1985 yılında Ġspanyolca olarak yayımlandı. Alfred A. Knopf tarafından 1988 yılında Ġngilizceye, 2007 yılında ise filme dönüĢtürüldü7 . 1. Arap Edebiyatında Salgın Olgusu Salgın konusunda Cezayir‟de 2018 yılında kaleme alınan bir romana rastlıyoruz. Roman yazarı genç bir isim olan Ġsmail Mihnâna. Bu isim, Cezayir‟de Konstantiniyye Üniversitesi Felsefe bölümünde görev yapan bir akademisyendir. ÇalıĢma alanı ise daha çok felsefeye dairdir. Ancak kendisi Kuzey Afrika‟yı istila eden “Halûsîn” adlı bir salgını hayal eder ve bu salgının ciddi belirtilerinden biri olan insanın halusilasyonlar görmesi, bilincini kaybetmesi ve kendi kararlarını veremez hale geliĢine dair bir roman kaleme alır. Bu salgın, insan vücudunda biyolojik bir hastalıktan ziyade zihinsel ve psikolojik sistemi etkilediğini görüyoruz. Romandaki ana karakterin bu hastalığın tedavi yollarını aradığını görmekteyiz. Ġlgili roman aynı zamanda bu tür bir virüsün istila ettiği herhangi bir toplumdaki değiĢiklikleri izler. Bir virüsün yayılması sadece ölüme neden olmakla kalmaz aynı zamanda bireyin ve grubun davranıĢını yöneten düĢünce, kültür ve büyük algılarda da temel değiĢikliklere yol açar8 . 1947 yılında ise Iraklı Ģair Nâzik el-Melâ‟ike, o zaman Mısır‟ı vuran hastalığın haberlerini dinlerken ilk Ģiiri Kûlera‟yı kaleme alır. Nâzik el-Melâ‟ike‟nin bu Ģiiri 1 Aralık 1947‟de Beyrut‟taki el-Urûba Derg s ‟nde yayımlanır. ġa r, bu Ģ r yle modern Arap Ģ r n n serbest ölçüye kavuĢmasının öncüler nden b r kabul ed l r. ġ rde romant k akımın tes r çok açık b r Ģek lde görülür. ġ r n ana teması kolera hastalığı ve onu tak p eden ölümdür9 . Mısırlı yazar „Alî el-Cârim ise 1895 yılında Mısır‟da yayılan ve nice insanın hayatını kaybetmesine neden olan salgına iliĢkin el-Vebâ‟ isimli bir kaside nazmeder10 . XX. yüzyılın baĢlarında doğan Hadrami kökenli Mısırlı Ģair „Alî Ahmed Bakesir (1907-1969)‟in hastalık hakkında nazmettiği Ģiirleri de bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Iraklı Ģair Bedr ġâkir es-Seyyâb‟da yakalandığı hastalığa dair kaleme aldığı Ģiirleri de mevcuttur11 . Mehcer edebiyatçısı Es„ad Rüstem ise 1907 yılında Lübnan‟da meydana gelen salgına iliĢkin Ģiir nazmeder12. Ayrıca, Ahmed Matar, Ahmed ġevkî, Fedvâ Tûkân, Nîkûla et-Turk ve Ahmed Ebû Selîm gibi isimlerin çalıĢmalarında salgın olgusunun iĢlenildiğini görmekteyiz. XIV. Yüzyılda yaĢamıĢ olan Ģair Ġbnu‟l-Verdî ise binlerce kiĢinin öldüğü veba salgını sırasında 749 (1349) yılında Halep‟te vefat eder (28 Zilhicce 749 / 19 Mart 1349). Ölmeden 48 saat önce kaleme aldığı iki beyitte ölüme meydan okur13 . Ġngiliz Middle East Eye adlı haber sitesinde yazar Mustafa Ebû Suneyne tarafından yayımlanan raporda yazar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinin hastalık ve salgın hakkında uzun bir Ģiir yazma geleneğine sahip olduğunu söyler. Bu edebi miras sadece kurgusal ya da sanatsal değildir. Aynı zamanda binlerce hayata mâl olan acı verici tarihsel olayları belgeleyen eylemlerdir14 . Aslında acı ve yazı yazma eylemi birçok yazarın kalemini hareket ettiren istisnai bir deneyim olmaya devam eder. Iraklı Bedr ġâkir es-Seyyâb, Mısırlı Emel Dunkul ve Sudanlı etTicâni Yûsuf BeĢîr gibi isimlerin Ģiirlerinde hastalıklarının ağrısının büyük bir payı olduğu gerçektir. Hastalığı somutlaĢtıran ve hastalıkla ilgili öznel deneyimleri anlatan isimler arasında, Faslı romancı Tâhîr b. Cellûn‟un Ġsti‟sâl, Mısırlı Ģair Vâ‟il Vecdî'nin Sâki‟l-Yumnâ ve Mısırlı öykücü Nimât el-Behîrî‟nin Yevmiyyât Ġmra‟a MuĢi„a ve Sudanlı öykü yazarı „Alî Elmak‟ın Li‟l-MusteĢfâ Râ‟ihatâni adlı çalıĢmaları yer alır15 . Ebola 76, Sudanlı yazar ve tıp doktoru Emîr Tâc es-Sirr tarafından yazılan ve 2012 yılında kaleme alınan bir romandır. Eserde, Demokratik Kongo Cumhuriyeti‟nde meydana ilk büyük Ebola salgını anlatılır16 . ġerîsetu‟l-Ğabb, hayattaki gerçeği ve ezilenlerin her zaman haklı olduğunu göstermek için hayvanların dilleri üzerinden Ahmed ġevkî tarafından kaleme alınmıĢ Fabl tarzında Ģiirsel oyunlardan biridir. Olaylar, veba hastalığının ormanda yayılmasının nedenini tartıĢmak için hayvanların bir araya gelip görüĢmesiyle baĢlar17 . Ürdünlü romancı Ġbrâhîm Nasrallah, XX. yüzyılın ilk yarısında Mekke yakınlarında bir yer olan “el-Kunfuza” köyünde Muhammed Hammâd adlı genç bir öğretmenin, öğretmenliği esnasında yaĢadığı sıra dıĢı olayları anlattığı Berârî‟l-Hummâ18 adlı romanında verem salgınına yer verir19. Lübnanlı Ģair ve akademisyen olan Cevdet Fahreddin‟in ġâri„un fi‟l-Vebâ‟ ve Mihcer isimli vebaya dair Ģiirleri de bulunmaktadır20 . 2. el-HarâfîĢ Romanında Salgın Necîb Mahfûz‟ın kaleme aldığı Melhemetu‟l-HarâfîĢ adlı romanı 1977 yılında Mektebetu Mısr tarafından yayımlanır. Ġlgili roman Catherine Cobham tarafından 1994 yılının Nisan ayında The Harafish adıyla Ġngilizceye, Volkan Atmaca tarafından da 2011 yılında Türkçeye çevrilir. “HarâfîĢ” kelimesi ilgili romanda sıradan halk, iĢsizler, evsizler veya ayaktakımı manalarında kullanıldığı görülür. Ġlgili roman on bölümden meydana gelir. Romanda yer olarak sadece Darasa adlı bir yer geçerken zaman unsuruna yer verilmez. Romanın ilk bölümünde halkın karĢı karĢıya kaldığı bir salgından bahsedilir. Aslında Mahfûz, Kahire‟nin doğusunda yer alan Darasa‟daki bir sokakta meydana gelen salgın üzerinden halka yapılan haksızlıkları ele alır. Müellif, romanda vermek istediği mesajın arka planına salgını yerleĢtirir. Romanın ilk bölümü „ÂĢûr‟n-Nâcî baĢlığını taĢır. Romanın baĢkahramanı olan „ÂĢûr, bu salgında eĢi ve çocuğu ile birlikte hayatta kalabilen tek kiĢidir. Bu yüzden kendisine mahalleli tarafından en-Nâcî lakabı verilir. Romanın baĢkahramanı „ÂĢûr aslında ailesi tarafından Hüseyin Camii avlusuna bırakılan kimsesiz bir bebektir. Sabah namazını kılmak için Camiye gelen ġeyh Afra Zeydan isimli biri tarafından bulunur. Çocuğu olmayan ġeyh o esnada ne yapacağını ĢaĢırır ve çocuğu alarak evin yolunu tutar. EĢi Zeynep‟e durumu anlattığında eĢi de çocuğa bakmaya hevesli olur ve bu bebeği Allah gönderdi diyerek bakmak ister. Böylece bebeği alıp büyütürler. Bu ailede aynı zamanda ġeyhin küçük kardeĢi DerviĢ de yaĢamaktadır. Bebek, aileye katıldığında DerviĢ on yaĢındadır. Dindar biri olan ġeyh, „ÂĢûr‟u da dindar olarak yetiĢtirir ve ona her zaman kardeĢlerine faydalı olan bir mümin olarak yaĢaması öğütünde bulunur. Günler bir gün ġeyh bir hastalığa yakalanır ve ahirete göçer. Bunun üzerine herhangi bir geçim kaynağı olmayan ve bir baĢına kalan eĢi Sakine, kendi köyü olan Kalyubiyye‟ye döner ve Sakine oğlundan ayrılırken oğluna sarılıp öper ve onu kötülüklerden koruması için boynuna bir muska takıp ayrılır. Adeta bir anda sudan çıkmıĢ balığa dönen „ÂĢûr ne 

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0